Hayatımın en belirsiz günlerini, haftalarını ve hatta yıllarını yaşıyorum. Kaç senedir sürekli şu işim de kesinleşsin, hadi şunu da halledeyim tamamdır, şu stajı da yapayım, şu dersi de alayım, hadi bi mezun olayım, bir doktora bulabilsem de başlasam, ama olmadı bir yüksek lisans yapsam, yok tez projemi de bir tamamlasam, şu tezi de bir yazsam, biraz da para kazansam… Yarınımda dahi beni ne bekliyor bilemediğim yıllarım geçiyor. Herkes için mi böyledir bu yaşlar yoksa bende mi ters giden bir şeyler var anlayamıyorum. Şu yaşımda dert sahibi oldum demeye de dilim varmıyor. Zira öyle düşündükçe işler daha da sarpa sarıyor benim kafamda. Ne adaletsizliği kalıyor şu dünyanın ne çirkinliği ne de tuhaflığı. Benden çok daha iyi konumda olabilen insanları düşünmek bende hiçbir duyguyu ateşleyemez oldu zira. Çünkü birçok insanın da benim sahip olduklarıma sahip olamadığını biliyorum. Biraz da utanıyorum sahip olduklarımı düşündükçe. İşte bu aşama hep çıkmaza gidiyor benim için. Neyse.
Kafamın içi gümbür gümbür son iki buçuk-üç aydır. İnsanlarla büyük anlaşmazlıklar yaşıyorum. Çoğu da kafamın içinde. Planlarım var. Hayallerim var. Ancak planlayıp da yapamadıklarım yapabildiklerimden bir hayli fazla. Günleri sadece geçiştiriveriyorum çoğu zaman. Ben, ömrümün bu yıllarını geçiştiriveriyorum! Çok acı geliyor bazen bu. Bazen de olması gerekeni yaşıyormuşum gibi de geliyor. Bu nasıl bir kararsızlıktır çözebilmiş değilim.
2017’nin ilk ayları da benim için böyleydi. Geçmek bilmeyen bir Ocak ayının arkasından nasıl girdiğini dahi anlayamadığım Şubat ayıyla benim için her şey daha da yoğunlaştı. 2017’ye İngiltere’de buz gibi bir soğukta evin bahçesinde dört bir yandan gelen havai fişek sesleri eşliğinde girmiştim. 2 Ocak’ta 10 günlük bir Christmas tatilinin ardından tekrar çalışmaya dönmüştüm. Benim için tatillerden çıkmak ve yeniden okula ya da çalışmaya başlamak her zaman çok ama çok zor olmuştur. Ve yine o zorluğu yaşadım. Birlikte çalıştığım postdoc hala tatilde olduğu için 22 Ocağa kadar biraz daha rahat çalışmıştım. Postdocum Malezyalı ama aslen Çinli. 28 Ocak’ta Çin Yeniyılıymış. Sanırım İngiltere’de çalışıyor olmanın en güzel yanı dünyanın çeşitli yerlerinden insanlarla bir arada bulunabilmek, farklı milletlerden insanlarla tanışabilmek. Bana da tatil dönüşü 12 hayvanlı Çin takvimini temsil eden el yapımı bir hediye getirdi. Bu tür geleneksel ve yöresel şeylere bayılıyorum. Nasıl mutlu olduğumu anlatamam.
Ayrıca Ocak ayında Bir Netflix dizisi olan ‘The Crown’ dizisini bitirdim. Aşırı zevkli bir dizi olduğunu söyleyemem. Ancak İngiltere’nin bu en soylu ailesi hakkında daha fazla bilgi edinmek isteyeceklerin izleyebileceği bir dizi. Ben de aslında en çok da bunun için izledim. Her gün işten geldikten sonra akşam yemeğini hazırlayıp yemek yerken mutlaka bir dizi izlemek bizde bir alışkanlık oldu burada. Ve hatta yemekten sonra bir de kahve keyfi.. Böyle böyle çok dizi ya da film izledik şu zamana kadar. Adeta yeni bir rutin oldu bizim için. Hayatımdaki ilk düzenli çalışma rutini diyebilirim bu dönem hakkında. Sabahtan akşam belli bir saate kadar çalışıp eve gelip akşam yemeği hazırlama ve yeme, daha sonra da bir kahve keyfi yapıp günün yorgunluğunu atmaya çalışma.. Bundan önceki yaşamımda hiç bu şekilde bir düzenim olmamıştı. Hayatımın bir ilki oldu bu süreç kısacası. Sevdim böyle bir değişikliği ancak uzun yıllar da böyle devam edebiliceğimi pek de düşünmüyorum.
Şubat ayıyla birlikte hafiften havaların soğuğu kırılmaya başladı. Güneşi, sıcak havaları nasıl özledim anlatamam. Sanırım yaz bittikten sonra tüm yıl tekrar baharın gelmesi için bekliyorum. Sadece bahar ve yaz mevsiminin yaşandığı bir yerde yaşamayı ne kadar çok isterdim. Öylesine sevmiyorum soğuk havaları. Şubat ayı benim için çok yoğun geçti. 14’ünde grupta, 24’ünde tüm bölümde sunumlarım vardı. Ayrıca işlerimi yetiştirebilme telaşıyla yine yoğun bir şekilde kapattım Şubatı. Ayrıca Şubat’ın son haftası ev sahibinin diğer kızı geldi memleketinden. Evdeki kişi sayısı 4’e çıktı onunla birlikte. Başka insanlarla yaşamak zor ancak daha ucuza geldiği için bizim tercihimiz bu yönde olmuştu burada. Şimdi de bir Pakistanlı ve bir Bangledeşliyle yaşıyoruz. Ancak birlikte yaşadığımız insanlar aslen farlı ülkelerden de olsalar İngilter’de doğup büyümüşler.
26 Şubat günü Aylin ve ben şöyle bir Nottingham şehir turu yaptık. Şansımızdan yağmur yağmadı ancak çok rüzgarlıydı. Ve yine evimizden şehir merkezine kadar yürüyerek gittik. Burada o kadar alıştım ki yürümeye artık çok uzaklara dahi yürümeye gözüm kesiyor. Bir süre gezdikten sonra ev arkadaşlarımızadan biri de katıldı bize. Şehir merkezinde bir süredir büyük bir dönme dolap kuruluydu. Ne zaman böyle bir dönme dolap görsem çocukluğum gelir aklıma. Çocukken İzmir fuarındaki büyük dönme dolaba binerdik ailecek. Çocukluğuma dair unutamadığım anılardandır bu. Bu nedenle şehir merkezindeki bu dönme dolabı kaldırılmadan görebildiğime çok sevindim. Ayrıca 2015 yılında geldiğimde burada bir sokağın fotoğrafını çekmiştim. Ve bu sene daha Nottingham’a tekrar gelmeden bile 2015’te çektiğim o fotoğrafla birlikte o sokağı tekrar fotoğraflama hayallerim vardı. Elimde bir fotoğraf sokak sokak dolaşararak o fotoğraftaki sokağı aradım. Çok değişik bir duyguydu ve en sonunda o yeri bularak istediğim, hayalini kurduğum o fotoğrafı çekebildim.
Ayrıca Şubat ayında bir başka Netflix dizisi olan The Series of Unfortunate Events dizisini de bitirdik. Bu dizinin filmi de varmış, onu da izlemeyi düşünüyorum en kısa zamanda. İlginç ve farklı bir diziydi. Fakat tavsiye eder miyim emin değilim.
Ve Mart.. Baharla ilgili olan her şeye bir sempatim var. 1 Mart çarşamba günü grubumuzla akşam yemeği yedik. Bu yemekle ilgili aklımdan çıkmayacak çok fazla şey var ancak ‘Twins love Italian :)’ bir başka kalacak aklımda. Jamie’s Italian’da çok keyifli ve bol muhabbetli bir akşam yemeği geçirmiş olduk.
4 Mart’ta ise bir yolculuğumuz vardı. Her yolculuk öncesi biraz telaşlı olurum. Ancak bunu daha kolay atlattım. Sanırım artık yolculuklar konusunda tecrübelerim artıyor. O yüzden her bir yolculuk hep bir öncekinden daha da kolay geliyor bana.
Artık biraz dinlenme sürecime girdim. Yine halletmeye çalıştığım onca işim var ancak hallolacak bir şekilde.
Yeni şarkılar keşfettim. Yeni bir kitaba başladım; Mrs Dollaway. Uzun zamandır okunmayı bekleyen, çok merak ettiğim bir kitaptı. Şu an Türkçe’sini okuyorum ancak İngilizce’sini de okuyacağım mutlaka.
Ve son olarak, ben, artık sabırsızlıkla Nisanı bekliyorum..
Advertisements Bunu paylaş: